Tak-Tik

1978 yılı olmalı, o zamanlar AST’ ın müzik yönetmeniydim. BRECHT’ ten “Yuvarlak Kafalılar-Sivri Kafalılar” oyununu, “TAK-TİK” olarak sahneleyeceğimizi öğrendim. Can Yücel çevirisini hazırlayacaktı. Hatırımda doğru kalmışsa eğer, o zamanki “Park Otel” de, (Taksim-Gümüşsuyu), ben, Can ağabey ve Rutkay Aziz buluştuk, ve  nasıl bir çalışma olacağı konusunu görüştük. Can abi, (ağabey uzun geldi!…) oyunu “Türkçe söyleyeceğini”, çeviri yapmayacağını anlatınca içim rahat etti, ben de “Türkçe seslerim” diye düşündüm. Bu beni rahatlattı, çünkü Paris’te izlemeye çalıştığım Breşt” oyunlarından ben pek bir tat alamamıştım, yani anlayamamıştım. Sürekli ders veren, öğüt veren, “onu yapma, bunu yapma, cız elin yanar, sessiz kalma, sesini yükselt, örgütlen, mücadele et, etmezsen yanarsın, aşka yer yok, duygusal olma..” gibi mesajların öne çıkması, ve, bütün bunların “hiç gülümsemeden bir oyun boyunca süregelmesi”, hüznün de mutluluğun da buruk ve gri olması,  fırlama bir yatılı okul mezunu olarak bana ters gelmişti. Yazarın değerinden hiç kuşkum yoktu, benim için yeniydi, güzel akıcı bir gösteriydi, ancak “sulu bir Akdenizliye” uygun değildi. Can abinin benden de sulu oluşu, içimde, “sanatsal, saygın, ciddî!…” bir ruh hali oluşturdu. Karşımda beni bekleyen son derece “resmî bir sululuk” vardı. Mutlu oldum. Bu iş ancak Can abiyle yapılabilirdi, çünkü Rutkay’ ın sesi, zaten aşırı makamsal tınladığı için, onun sulu hali bile beni kesmezdi. “İyi ki seni tanıdım Can abi” dedim ve yazmaya başladım.

“Açılış” ve “Kapanış”, aynı enstrümantal müzik, başta ve sonda kullanılacak, oyun içerisindeki müziklerden kotarılan parçacıklardan oluşacak. Daha girişte Brehtiyen (diğeri uzun geldi…) bir merhaba demiş olacağız, bu hoşuma gitti.

“Badanacıların Türküsü”, ben politikacıları hep dördüncü tür olarak görürüm: insanlar, hayvanlar, tabiat, ve aziz politikacı kardeşlerim, sağcısıyla, solcusuyla. Bu şarkı onların laf salatasının en güzel örneklerinden biridir. Gerçeklerin üzerini “lagaralugarayla”  örtmek. Burada kendi ses rengimi kullanmadım, “politikacı olsam nasıl bir sesle konuşurdum?”dedim ve yapay bir tonlama oluşturdum.

“ Nanna’ nın Türküsü”,  bu şarkıda erkek egemen toplumun, her yoldan, kadını nasıl ezdiği, kadın bedenini bir mal gibi nasıl pazarladığını anlatmaya çalıştım. Bu kadınların akıl ve duygu sahibi olduklarının altını çizmeye gayret ettim, ve “onlar dünyanın en namuslu kadınlarıdır” dedim, çünkü “aldıkları da verdikleri de belli” diye düşündüm. İkinci bölümde, müziğe,“alaturka-franga” karışmış. Alman olmadığımız için!…

“Eldeki bir kuş…”, fırsatçılığın, çıkarcılığın açık tarifi sanki bu şarkı. Burada dilediğim gibi dağıtabileceğimi düşündüm. İkiyüzlülük, riya, yalan ve yalakalık hepsi bir arada. Bu şarkı da farklı bir sesle söylenmeliydi, öyle de oldu. Ve iyi de oldu.

“Mamanın Türküsü” , sanki bu günleri anlatan bir metin. “Kızlar kocalarınızı zenginlerden seçin”. Yaşamak için bedenini satan kadınla, parası için kocasının koynuna giren kadının karşılaştırmasını yapmış Can abi, ve cevabı sizlere bırakmış; “hangisi daha namuslu?”. Alemsin Can abi, sen çok yaşa… Bu lezzetin ve kıvraklığın Breht amcamın  Almanca metninden alınabileceğini sanmıyorum. Almanca bilmediğim için bir şey söyleyemem. Müzikte, usul ve ezgide, “alaturka-franga” uygulanmış.

“ Horon ” , üst üste döşenmiş “bizden” usullerin birbirine geçmiş hali. Değişik yaşam ve ahlâk anlayışlarının doğurduğu patlamaya namzet bir durum.

“ Tango ” , tango karakteriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir müzik. Kurnaz, belki sevimli hatta bazen duygusal, ancak kafa karıştırıcı, şeffaf değil … dikkat…

“ Bir böyüğün türküsü ” ,  vurgunculuğun, yandaş adam ve yakın kayırmacılığının, toprak ağalığının, her türlü şeyh ve buna benzer, hükmeden konumunda olanların bu durumlarını aileden alınan bir hak gibi gördüklerinin, ve bunun değişmesi gerektiğinin müzikal anlatımı. Burada da değişik bir ses rengi ve yorum söz konusu.

“ Düğme türküsü “ , yaşamın her alanında, aile içi, iş hayatı gibi, yalan ve talanın geçerli olduğu bir ortamda hakkını aramak için bir üst makama güvenilemeyeceği kıvrak bir “Can’ cayla” anlatılıyor. 10/8 lik bir usul, oynak adımlarla, konuşma ve şarkı ikiliğinde gelişiyor. Müzikte “alaturka-franga” karışmış.

“ Tırpanın türküsü ” , köylünün  perişan halini anlatan, seslerin üst üste dönerek söylediği bir direniş. Gene usul ve ezgide “alafranga-turka ”.

“ Toprak sahiplerinin şölen türküsü ”karanlıkla dost olanların aydınlıktan nasıl korktuklarını anlatan, aynı müzikal dilde seslenen bir örnek.

“ Dolabın türküsü ” , yaşanan tüm  maddî manevî sıkıntıların faturasının halka ödetildiğini anlatan bir şarkı. Sanki bu günleri anlatıyor. Her şeyiyle yerli. “Paşa’ nın” sesiyle ayrı bir tat kazanmış. Keşke şarkıyı ben söyleseydim diye düşündüm.

Bildiğim kadarıyla bu tiyatro müziği, uzun çalar olarak basılmış ilk örnektir, ya da ilk örnekler arasındadır.

Son olarak, çok az sayıda vurma çalgılar sanatçısının çalabileceği çok zor bir partisyonu icra eden kardeşim Selim Selçuk’a, beni kırmayıp aramıza katılan kardeşlerim Atillâ Özdemiroğlu’ na, Atakan Ünüvar’a, Uğur Dikmen’e, şarkıları benim gönlüme göre seslendiren sevgili Zeynep Sidar ve kadim dostum Tülin Nutku’ ya, kapak düzenini gerçekleştiren, gene kadim dostum Oya Yılmaz’a, kayıtları gerçekleştiren değerli dostum Duyal Karagözoğlu’ na,  sevgili koromuza, ( Günay Mutlucan, Ayda Uludağ Alpat, İlkay Kurdak, İpek Targay, Şara Balıkçıoğlu, Nadir Eryiğit, Erkan Secerli Aydın Pesen) ve çok sevdiğim Ankara Sanat Tiyatrosuna, onun genel sanat yönetmeni olan, kardeşim kadar yakınım Rutkay Aziz’ e, eski ortağım çok sevgili dostum Nihat Savaş’a, ne kadar teşekkür etsem azdır.

Önemli olan, Avrupa’ nın insanlığa armağan ettiği tüm değerlere sahip çıkmaktır. Ancak, bunu yaparken ana amaç, bu değerlerden yararlanıp, bunları kendi insanımızın gerçekleriyle harmanlayarak, her alanda “Türkiye Cumhuriyeti Aydınlanmasını” oluşturmaya katkıda bulunmaktır. Bütün bunları, her konuda gerçekleştirebilecek çok değerli insan kaynaklarımız mevcuttur. Bu oyun Brecht’ ten yola çıkarak, bu eserin Türkçe “söylenip seslenebileceğinin”, ve en önemlisi, “bağımsız, onurlu ve özgün” bir sanat anlayışının örneğidir.

Mustafa Kemal Atatürk’ ün  kurduğu “TÜRKİYE CUMHURİYETİ”, altıyüz yıllık bir geçmişin birikimini taçlandıran bir güneştir, sıradan bir konfederasyon bayrağında küçücük bir yıldız olamaz.

  “ Efendi istemiyoruz gayri, istemiyoruz efendim…”

 * Meraklısı için yazıyı okuma kılavuzu:

… Breşt: Can abinin geliştirdiği, oyun yazarının adının entel fransız telaffuzu,

ağabey uzun geldi: Can Yücel’ in Türk diline kattığı müzikal değişimler ve kısaltmalara atıf,

fırlama yatılı okul mezunu: okul yıllarında, gençlik enerjisinin dışa vurumcu bircoşkuya dönüşmesi,

sulu Akdenizli: kavgayı gümbür gümbür, hüznü ağlayarak, neşeyi, tam şakrakyaşayan, sıcak insan,

… sanatsal, saygın, ciddi: abartıldığında insana baygınlık getiren bir çeşit sanatanlayışı,

… resmî sululuk: politikacıların söyledikleri sözleri önemli zannedip takındıkları, neifade etmek istediği belli olmayan yapay ve komik tavır,

… politikacı: saygın ve yurtsever siyasetçi ve devlet adamları dışındakiler,

… lagaralugara: politikacı saçmalaması,

… alaturka-franga, alafranga-turka: oyunun Alman yazarı ile Türkçe “söyleyen” ve “sesleyeninin” buluştuğu müzikal ortam,

… dağıtabileceğimi düşündüm: Brecht şarkısının “çılgın Türk” yorumu,

… Breht amca: tüm emekçilerin iyiliğini isteyen Alamanya’ lı bir büyüğümüzün, temiz kalpli bir Türk işçisi eliyle, duyduğu gibi yazılmış şekli,

… Can’ ca: Can Yücel’ in Türkçe’ sinin ne denli özgün, sıcak ve yaşayan bir “özel dil” olduğunun vurgulanması,

… paşa: “Kurtuluş” dizisinde Mustafa Kemal Atatürk’ ücanlandırmış olan, “esmer tenli, siyah saçlı ve kahverengi gözlütiyatro sanatçısı.

Aslında ben… mizah yazarı olmalıymışım…

Sevgi, saygı ve dostlukla…