Tehcir Üçlemesi 3. İşte Öyle Bir Damat (Tarihçi Zafer Bey Oğlum…)
Beşiktaş Serencebey yokuşunda, yeni oluşmaya başlamış beton ucubelerin arasına sıkışmış, iki katlı, ikinci derece tarihi eser olan ahşap bir ev. Sevinç hanıma ailesinden kalmış. Selanik’ten mübadelede gelmişler. Dedesinin çok geniş toprakları varmış, karşılığında burada verilenler, değerinin yarısı bile değil. Bütün aile İstanbul’a göçmüş. Sevinç hanımın babası Mustafa Kemal hayranı, kızına bu ismi, ona Cumhuriyet mutluluğunu yaşatanı anmak için koymuş.
Sıvası dökülmüş taş bir duvarla çevrili, paslanmış, gıcırdayarak açılan ve ancak eski bir zincirle kapalı durabilen demir kapıdan içeri girilen küçük bir bahçe. Ağzı kırık birkaç büyük saksı içerisinde kurumuş toprak ve kökler. Ortada küçük kuru bir havuz, tam göbeğinde suskun bir fışkırık. Havuzun biraz berisinde bir manolya ağacı. Küçük bahçenin arka kısmında, tahtadan yapılmış eski bir köpek kulübesi, çürümüş.Yanında kurumuş bir incir ağacı gövdesi, ve tuğladan, kapısı ve sıvası olmayan boş bir depo. İçinde yalnızca, eski, çatlak bir alaturka hela kalıntısı var.
Eve girişte, ortası aşınmış taş merdivenlerden geçtikten sonra, karşınıza çıkan oymalı, güçlü bir tahta kapı. Tabanı taş olan ön sofayı geçtikten sonra, yukarıya doğru birkaç taş basamak ve genişçe, tahta tabanlı bir hol. Üç oda, bir küçük ayakyolu ve ferah bir mutfak buraya açılıyor. Hemen sol tarafta, aşağıya doğru inen dar bir tahta merdiven, kiler ve gusülhâneye uzanıyor. Sofanın sağından, gene tahtadan, kıvrılan bir merdivenle birinci kata çıkılıyor. Camları vitraylı tahta kapıdan, alttakinin eşi bir sofaya giriliyor. Ortada büyücek bir yemek masası, sağlı sollu toplam üç oda, küçük bir mutfak ve küçük banyo. Sofanın önünde orta boy bir balkon, tahta korkuluklu. Bu katta yatak odaları ve bir misafir odası var. Burası, biraz zorlayarak, bağımsız bir daire haline dönüştürülmüş.
Vitraylı tahta kapıdan, dar bir tahta merdivenle üstteki çekme kata çıkılıyor. Sonradan ilave edilmiş bir kapı büyücek bir odaya açılıyor. Odanın tavanı, evin çatısı. Tavanı kaplayan uzun tahtaların arasından, kiremitlerin altına serili ziftli muşambalar gözüküyor.Sevinç hanımın damadı Zafer beyin çalışma odasıdır burası. Sevinç hanım eşini, kızına hamileyken kaybetmiş, belki de onun için adını Sevgi koymuş. Kendisinin söylediğine bakılırsa, Cumhuriyete sevgi katmak için bu adı koymuş kızına. Sevgi hanım öğretmen okulu mezunu, ancak öğretmenlik yapmamış hiç. Sekiz aylık hamile. Geç evlenmiş Zafer beyle.
Zafer bey ailenin iç güveyisi. Öğretmenlikten ayrılma, dergilere yazı yazıyor, tarih meraklısı, bir anlamda fahri tarihçi. Sevimli, temiz yüzlü, çakır gözlü, yuvarlak tel gözlüklerinin arkasından safça bakan bir İstanbul çocuğu. Babası Kurtuluş savaşına katılmış, Cumhuriyetin ilk öğretmenlerinden, Atatürk hayranı, oğlunun isminin nedeni de bu.
Zafer bey çalışma odasında ayakta durmaktadır. Üzerinde topuklarına kadar uzayan, krem rengi bir entari var. Ayaklarında el örgüsü yün çoraplarının üzerine geçirdiği deri bir mest. Başında kayınvalidesinin armağanı, el işi beyaz takkesi, biraz büyücek, yürürken hafifçe alnına, kaşlarına doğru kayıyor. Besbelli, Sevinç hanım damadının ölçüsüne uygun gördüğü küçük süt tenceresinin kapağını kalıp olarak kullanmış. Takkenin tam ortasında, çok zarif ve küçücük işlenmiş kırmızı bir ay yıldız. Kayınvalide dayanamamış, bir cumhuriyet işareti atıvermiş damadının takkesine. Entarinin kol ağızları manşetli, kol düğmeleri kırmızı fon üzerine beyaz ay yıldız desenli.
Sevinç hanımın gizli üzüntüsü, damadının bir türlü Osmanlıdan kopamamış bir cumhuriyet çocuğu oluşu.
Odanın iki duvarının önüne, eğreti olarak konmuş kitaplıklar, ince demirden merdiven biçiminde yapılmış ayaklar, aralarına tahta raflar yerleştirilmiş. Ahşap döşeme üzerinde damat beyin adımlarıyla birlikte hafiften raks eden kitaplar, içi belge dolu tozlu karton kutular. Ortaya yakın bir yerde, ayakları aslan pençesi işlemeli bir çalışma masası. Tahta kurdu delikleri ince macunla kapatılmış, belli olmasın diye ince bir vernik çekilmiş. Üzerinde, gaz lambası biçiminde bir abajur, ampulü alev şeklinde, ve bir kehribar tespih. Duvarda, üstte, yan yana: Abdülhamit, Enver paşa, ve Mustafa Kemal Atatürk’ ün solgun resimleri. Biraz ötede,eski bir abanoz oyma çerçeve içerisinde, prenses *Nev’eser beş yaşındaki haliyle babası sadrazam damat *Tahir paşanın kucağında oturuyor.
(*Türk musikisinde iki makam. YN=Yazarın Notu)
Çalışma masasının sol tarafında bir manken, yanlış okumadınız bir manken. Telden yapılma. Dünya haritasının üzerindeki enlem boylam çizgileri gibi düzenlenmiş ve üzeri, kartondan eski kitap kapaklarıyla kaplanmış. İnsan boyunda bir demir çubuk, en üstte insan başı şeklinde telden bir form, çubuğun üzerine oturtulmuş, hemen altında dikey demire tutturulmuş yatay bir demir, omuzları taşıyor; iki yanından aşağıya uzanan telden kollar, batın bölgesinde bir yatay demir daha, oradan da bacaklar yere doğru sarkıyorlar.
Baş kısmına ten rengi bir çorap geçirilmiş, üzerine kaş, göz, ağız, burun, bıyık çizilmiş. Üstte kırmızı bir fes, iki yanından, çengelli iğneyle gözlük saplarını tutuyor, ama iğneler gizlenmiş. Kırık yaka bir beyaz gömlek, bozarmış, üzerinde gri renkli çizgili bir yelek var, hepsinin üzerinden siyah bir redingot tel bacaklara uzanıyor. Pantolon örücüde olduğu için, uzun, güve yeniği delikli, sararmış yün bir tuman, belden ayak bileklerine kadar sarkıyor. Zafer beyin rahmetli babasının eski iç çamaşırı. Bütün yapı, altta daire şeklinde geniş bir demir tabanla dengede duruyor. Redingotun mendil cebine bir not iliştirilmiş:
“Osmanlı hanedan mankeni: Erkek.”
…Bir hafta sonra katılacağı bir toplantının provasını yapıyor, odada küçük adımlarla dolanıyor ve söyleniyor içinden damat bey:
– Ben belge isterim efendim, o bunu yapmış, bu bunu demiş, ..herkes bir şey söyleyebilir, ..(hayali muhatabına doğru)… elinizde belge var mı? Bakın ben sizlere *Ferahnüma sultanın prens *Arak’ a yazdığı mektubu gösteriyorum. (elini uzatarak yana döner, kendisini iyice kaptırmıştır).
(*Türk musikisinde iki makam.YN= Yazarın Notu)
…cevap verir gibi devam eder:
- …yabancı belge beni ilgilendirmez beyefendi, ben Osmanlı arşivlerine bakarım…(diğer katılımcıya hitap edermiş gibi, odadaki küçük gaz sobasına dönerek elindeki kağıtları sallar)… buyurunuz beyefendi, eski yazı ve Osmanlıca biliyorsanız okuyunuz…
…(muhatabını küçümseyen yampiri bir gülümsemeyle…)
Memnun, mutlu, çalışma masasına geçer. Dönemin hanedan mensuplarını daha iyi anlatmak için, bu ince ruhlu, soylu insanlar tarafından şiiri yazılmış ya da bestelenmiş birkaç eseri notadan icra etmenin etkili olacağını düşünür. Türk musikisine merakı çocuk yaşlarına dayanan Zafer bey biraz ut çalmaktadır. Osmanlının demokrat yapısını sergilemek adına gayrimüslim bir besteci seçer. Hanım evladı veliaht prens *Evsat’ ın bir rubaisi üzerine, kemençeci **Kalust Gülbenkyan efendinin ***Nühüft şarkısının notasını çıkarır tozlu kutulardan; ….“****Ey gül, gamında eşk ruh-i zerdim etti âl/ Bildirdi ola sûret-i halim sabâ sana…”
(*Türk musikisinde bir usul, **Osmanlının son dönemindeki tefeci, *** Türk musikisinde bir makam, **** Şair Fuzûlî’ den. Y.N)
Sazını kucağına alır ve tam çalıp mırıldanmaya başlayacaktır ki birden aklına geliverir, dönemin en ünlü sesi muganniye “*Tiz Dikçe Nigâr Mıyıl Kalfa”… Aynı dönemde yaşamış olan, Yeniköy’lü Ebe Çilli kadının aktardıklarına göre, Nigâr Mıyıl kalfa, zenci beyaz kırması, tatlı kahverengi tenli, siyah saçlı bir hanımmış. Çok dokunaklı, çok dik, tiz ve tekdüze bir sesi varmış. Ağzı kilitli, ayrık dişlerini hiç göstermeden, âdeta göğüs kafesinden gelip burun deliklerinden çıkan son derece keskin ve sarsıcı, ve bir o kadar da bayıltıcı bir sesle söylermiş şarkıları. Ne söylediği anlaşılmadığı için ona “Mıyıl Kalfa” adını takmışlar.
(*Türk musikisi ses sistemindeki bir perdenin adı.Y.N)
Ebe Çilli kadının aktardıklarına göre, Mıyıl Nigâr kalfa bir gün soylu bir kişinin evinin harem bölümünde, her zamanki gibi meşk vermektedir. Bir süre sonra genç kızlardan birisi fenalaşır ve meşki terk eder. Ebe kadın merak eder, sorar soruşturur, sonunda bu genç kızın düşük yaptığını öğrenir. Kız tanınmış bir aileye mensup olduğu için olay örtbas edilir. Bu olaydan ilham alan ebe Çilli kadın, Mıyıl kalfayı bir başka durumda sınamaya karar verir. Sancılarına rağmen iki gündür doğuramayan bir kadının evine Tiz Dikçe Nigâr Mıyıl Kalfayı meşk etmesi için davet eder ve tahminleri gerçekleşir, kadın o gece nur topu gibi bir kız çocuğu dünyaya getirir.
İşte bu defa karton kutularda aramakta olduğu, hanende Mıyıl hanımın taş plağıdır. Eski gramofonu, yandaki küçük kolu çevirerek kurar ve taş plak dönmeye başlar:..“Ey gül, gamında eşk ruh-i zerdim etti âl…” Uduyla eşlik ederken, bir yandan da şarkıyı mırıldanmaktadır. Kendinden geçer. Geçer geçmesine de, kasıklarının arasından başlayan iğne gibi bir sızı bütün karnını kaplar. Zafer beyde bir süredir prostat sıkıntısı vardır. Sazını telaşla yere bırakır, odanın öbür köşesindeki küçük kapıdan eğilerek geçer, tuvalete girer, telaşla entarisini yukarı sıyırır, bahçedeki depoda duran alaturka taş hela bu eğreti tuvalete sığmadığı için, büyük boy resme dönüştürülmüş haliyle, klozetin arkasındaki duvara yapıştırılmış bir durumda damat beye bakmaktadır. Aradığını bulur!… ve her hasta gibi bir Ohhhh!… çeker. “ Allah’ım ne kadar *müdrir bir ses, Çilli kadın bu sesteki kerameti sezmekte ne kadar haklıymış, uzun zamandır böyle kesintisiz rahatlamamıştım” der.
(*İdrar söktürücü.Y.N)
Birden *sadâgâhtan işaret geldiğini duyar. Sevinç hanım giriş katından, tahta tıkaçla kurşun boruya vurmaktadır. Sadâgâh, katlar arasında konuşmak için Zafer beyin batıdan uyarladığı bir yöntemdir. Kurşun bir boru, tesisatçı Hüsnü usta tarafından giriş katından çatıya kadar dikine döşenmiştir. Üstü beyaz badanayla boyanmış olan bu boru, her katta, üstü tahta tıkaçla kapalı bir eğimle, konuşanın ağız hizasına doğru uzanmaktadır. Bu sayede hane sakinleri birbirleriyle haberleşebilmektedirler. Damat bey buna böyle bir ad vermeyi uygun görmüştür.Yani sesin yol aldığı yer.
(*Yazarın uydurması, böyle bir şey yok.Y.N)
Zafer bey telaştan ıslanmış olan entarisini indirir, boruya yaklaşır, tıkacı kaldırır:
-*Lebbeyk valide sultan.
(*Buyurun.emredin.(Y.N)
– Damat bey oğlum, dün Sevgi’ yi hastaneye yatırmıştık ya hani …diyecekken sözünü yutar ve toparlanır Sevinç hanım…
– Damat bey oğlum, refikanız *Dilâviz **sultan efendiyi, dün, erken doğum olabilir kuşkusuyla,… hani hastaneye yatırmıştık ya, …akşam üstü ziyarete gidip hekimle istişâre etmemiz lüzumu hasıl oldu. Aman ihmal etmeyelim.
(* Türk musikisinde bir makam.**Padişahın kız kardeşleri, ya da kızlarına verilen unvan. Y.N)
– Merak etmeyiniz, ben şimdi su saatini çalıştırırım, iki saate kalmaz çıkarız.
Damat bey, eşine, kendi uygun gördüğü bir isimle hitap edilmesinden hoşlanmaktadır. Kendisi için de farklı bir isim oluşturmuştur, Osmanlıyla Cumhuriyeti birleştiren bir isim. Zafer isminden hiç hazzetmemektedir.
Zafer bey Sevgi’ nin doğumunu erkek bir doktorun yaptırmasını istemediği için, Sevinç hanım kızına, kendi doğumunu yaptırmış olan Irkın beyin yeğenini seçmiştir.
Doktor Irkın Bogur, Kafkasya göçmeni, birinci harp sonrası Anadoluya gelmiş; gayrimüslim, kadın doğum mütehassısı, Moskova’ da okumuş, eşi de doğum hemşiresi, okulda tanışmışlar. Sevecen, yardım sever, bilgili insanlarmış. Beşiktaş-Emirgân arasında, neredeyse bütün Hıristiyan ve Yahudi ailelerin doğumlarını onlar yaptırmışlar. Sevinç hanımın komşularıymış, zor günlerde hiç yalnız bırakmamışlar. Zaman içinde halk arasında doktor beyin ismi, Ikın Doğur şekline dönüşünce, değiştirmeye karar vermişler: Irkın bey doktor İstepan olmuş, karısı madam Vajeng’ de, yerel lehçede “açan pembe gül” olan çok sevdiği ismini, eşini yalnız bırakmamak için, madam Anjel olarak değiştirmiş. İşte Sevgi’ nin doktoru profesör Sistit Şirin bu güzel insanların yeğeni. Elli yaşlarında bir hanım, mesleğiyle evli, hastalarıyla dost, işinde ehil bir hekim.
Su saatine gelince,…Zafer beyin, büyücek bir küpü suyla doldurup, musluğunu *muttarit damlalar oluşturacak şekilde ayarlayarak elde ettiği bir zaman ölçme yöntemi. Küçük musluğun altına konan bakır leğenden çıkan kudüm sesini andıran rehâvetkâr tınılar, damat beye huzur vermektedir. Küp tam dolu olduğunda, iki saatte boşalmaktadır. Zaman, doldurulan su miktarına göre ayarlanmaktadır.
(*Tek düze.Y.N)
Bu kargaşa arasında gramofon susmuştur. Tekrar dinlemek üzere aleti kurar ve kolu hafifçe yukarı kaldırıp çalmaya hazır hale getirir damat bey. Çalışma masasının başına geçer ve hayalî tartışmasına döner…bu defa sesli konuşmaktadır:
– Geçen defa Trablusgarp savaşıyla ilgili tezlerime karşı çıktınız, sizleri bilge bir anlayışla hoş görmekle yetinirim…(bu devrik cümle çok hoşuna gitmiştir) … ancak sunacağım Osmanlı belgelerinden sonra yaşayacağınız şaşkınlığı şimdiden hayal etmenin mutluluğu içerisindeyim. (ayni yampiri küçümseyici gülüş, bu defa gramofona doğru)
…..devam eder…
-*Tebriz valisi *Dilnişîn paşanın kerimesi prenses *Ruhnüvaz’ ın güzelliği dillere destandır. Kuzey Afrika’daki, Osmanlıya bağlı **Harzem beyi **Lenk Fahte’ nin oğlu, **Devri Kebîr mîri prens *Büzürk, prensese aşık olur. Ancak Ruhnüvaz, kuzeni prens **Heftâ’ ya sevdalıdır. Sultan ***yedinci Reşat’ın ısrarına dayanamayan Dilnişîn paşa, kızını Harzem’ e gelin gönderir. Bu siyasî bir evliliktir.
(*Türk Musikisinde bir makam,**Türk Musikisinde bir usul,***yazarın uydurması, böyle bir padişah yok. Y.N)
-Fakat bu duruma dayanamayan genç kadın, yerli halkın yardımıyla, iki tek dümenciliyle Harzem’ den kaçar, altı buçuk ayda deniz yoluyla Girit’e gelirler. Küplere binen Lenk Fahte, İtalyanlarla anlaşır, Osmanlı buna kızar ve Trablusgarp savaşı başlar. Bunu biliyor muydunuz beyler?
(soruyu, sesini hafifçe yükselterek sorar).
…devam eder…
– Bunları nereden biliyorsun? diyeceksiniz…
– Hanedanın sınır dışı edilmesinden sonra, Fransa’ ya yerleşen prensesi, ölmeden önce Nice’ te ziyaret etmiştim, bir dikiş atölyesinde overlokçu olarak çalışıyordu. Kaldığı küçük odada uzun uzun sohbet ettik, çok duygulandı, ve… “bu defteri size emanet ediyorum, zamanı gelince açıklarsınız” dedi, hatıra defterini bana armağan etti. (kırmızı kadife kaplı orta boy bir defteri sağ eliyle tutarak yukarı kaldırır)…İşte bütün bunlar bu defterde kayıtlıdır…
… beyler, …tarih belgeyle yazılır. Bir takım gazete haberlerini geceden suya bastırınca,
sabahleyin tarihi vesika elde edilmez….(bir an “acaba çok mu sert oldu?” diye düşünür).
Sazını kucağına alır ve yarım kalan eseri tekrar çalmaya başlarken sadâgâhtan canhıraş darbeler gelir. Soluna doğru kaykılarak tıkacı kaldırır ve ağzını deliğe doğru uzatırken, aklı ve gözü notalardadır:
– Hayrola valide sultan, bir şey mi oldu?
….diye seslenir…
– Damat bey oğlum, gözümüz aydın, refikanız Dilâviz sultan efendi doğum yaptılar…
…Nühüft şarkının notalarına kendisini kaptırmış olan Zafer bey dalgın bir sesle:
– Belge var mı valdaanım, siz bana onu söyleyin?
…deyince Sevinç hanımın, biraz şaşkın, sesi duyulur:
– Oğlum, Fransız hastanesinden aradılar, biz gidene kadar nur topu gibi bir kızımız olmuş…
gözümüz aydın olsun…
…damat bey hâlâ dalgın …
– Ben yabancı belgeye inanmam, hele Fransızlara hiç inanmam, Osmanlı belgesi yok mu, Osmanlı belgesi göstersinler…
… Sevinç hanım çaresiz…
– Zafer bey,… oğluum… Huuu! …karın Sevgi doğurduuuu!…
…deyince, damat bey, kullanılmasından hoşlanmadığı bu isimlerin, derununda yarattığı sarsıntıyla kendine gelir,…ağzını deliğe yaklaştırır….ve…
– Kusura bakmayın valide sultan, birden duyamadım… kız mı, oğlan mı olmuş…ne demiştiniz?
– Kızımız olmuş damat bey kızımız, nur topu gibi maşallah.
-Oh ya Rabbi sana şükürler olsun…
– …Yalnız …küçük bir yanlışlık olmuş oğlum, …küçük bir yanlışlık, …ama önemli değil… hani sen kız olursa,…ismi “HürremSu” olsun diyordun ya, …işte..doğumhane hemşiresi… “Dev-Hem-Şir-Der” …(Devrimci Hemşireler Derneği)… üyesiymiş, …kızımızın adını… “RahşanSu” olarak yazdırmış, …ne yapalım oğlum …sağlık olsun, …şansı bol olsun…
…diye devam ederken Zafer bey, sağ elini sol memesinin altına doğru götürür, göğsüne bir ağrı saplanmıştır. Ut elinden kayar, mızrap yere düşer, sola doğru yatan bedenini durdurmak için sağ eliyle çalışma masasının sol köşesine hamle yapar, kavramaya gücü yetmez. Son bir umut, haneden mankenine doğru uzanmak ister, ama ancak beybabasının güve yeniği delikli, sararmış yün tumanının paçasını tutabilir, düşen donla birlikte, sol elinde tahta tıkaç, yere yuvarlanır, hırıltılı bir sesle söylenmektedir…
– Alparslan,…Orhan gazi,…Osman gazi, …bana bunu yapamazsınız…
…Damat beyin devrilen bedeninin etkisiyle sallanan eski döşeme tahtaları, gramofonun kolunun düşmesine neden olur ve …“Tiz Dikçe Nigâr Mıyıl Kalfa” çıldırtan sesiyle… Nühüft şarkısına başlar:….“ Ey gül, gamında eşk ruh-i zerdim etti âl…”
…Bu arada cevap alamayan Sevinç hanım, telaşla tahta merdivenleri tırmanmaya çabalar, ağrılı dizleri artık bedenini taşımakta zorlanmaktadır…Zafer beyin gönlünü almak için, damadının, kendisine hitap edildiğinde duymaktan hoşlandığı ismi sesleyerek üst kata ulaşmaya gayret eder…
– Damat bey, …oğlum, …“ VahidettinCan” …iyi misin?…
…Zafer bey yerdedir, hâlâ zor nefes alabilmektedir, bir yandan Mıyıl kalfa, diğer yandan Sevinç hanımın sesiyle biraz toparlanır gibi olur. Sol elinde hâlâ sıkıca tuttuğu tahta tıkacı bırakır, doğrulacak gücü yoktur, gözlüklerini düzeltir, emekler gibi, dizlerinin ve ellerinin üzerine yaslanır, hafifçe başını kaldırır,….telden heykel tam karşısındadır.
Düşen yün tumanın açık bıraktığı,“hanedanın avret yeri”, bildik bir kitap kapağıyla kaplanmıştır: “Resimli Osmanlı Tarihi” .
SON
Hamiş: En sıkıntılı günlerimde imdadıma yetişen “Mizah”,… sana binlerce teşekkür… Bu sanata hizmet etmiş, emek vermiş,… aramızda olmayan, rahmetli… ve bizlerle olan, sevgili ustalar,… hepinize şükran dolu saygılarımı sunuyorum.
Bu gün, başka bir yazı yazmak gelmedi içimden…(19 Ocak 2009)