Albüm Yazısı – İspanyol Meyhanesi
1964 yılı Ekim ayında müzik eğitimi için Paris’ e gittim. Yaşlı bir madamın yanında bir oda tuttum, bir duvar piyanosu kiraladım, günde en az dört beş saat çalışmaya başladım. Bir yandan armoni, müzik tarihi, teknik, oda müziği, armonik analiz vs.. gibi derslerle ve diğer yandan, yedi yaşımdan beri birlikte yaşadığım “mide ülseri” isimli genç kızla baş etmeye çalışıyordum. İlk yıl nasıl geçti, pek anlamadım.
İkinci yıl, stüdyosunu boşaltıp Türkiye’ ye dönen bir arkadaşımın yerini tuttum. Kuyruklu bir piyanosu vardı. Konservatuvarın arka kapısına bakıyordu benim odamın büyük ve tek camı. Konserlerini dinlediğim birçok virtüöz önümden, beni selamlayarak geçiyorlardı sanki. Rahatsız olmasınlar diye tülü hafifçe aralayarak bakardım onlara.
Çocukluğumdan beri küçük ezgiler oluşturmaya gayret ederdim, onlara piyanoda sol el eşliğini ekler çalardım. Bu oyun çok hoşuma giderdi. Okulda edebiyat dersim iyi olduğu için şiire meraklıydım, gelirken şiir kitaplarımı da getirmiştim. Şiir sanki yalnızlığın dostudur diye düşünürdüm. İyi ki getirmişim o kitapları,
Faruk Nafiz Çamlıbel, Ümit Yaşar Oğuzcan, babamın dostu olan, şiirlerini bestelediği şairler.
İlk seçtiğim Faruk Nafiz’ den “İnme” isimli şiirdi, bunu besteleyebilirdim, günler daha az sıkıntılı geçecekti. Öyle de oldu ve gerisi geldi. 1965 sonbaharıyla 67 sonbaharı arasında bu şarkıya, “İspanyol Meyhanesi”, “Ayrılanlar İçin”, “Sen Nerdesin?”, “Beyaz Güvercin” vs.. eklendi ve devamı geldi.
*İspanyol Meyhanesi: Ümit Yaşar Oğuzcan/Timur Selçuk
Çok çarpıcı bir şiirdi, yoğun bir görsellik ve duygusallık iç içe geçmişti. Hepsini bestelemek olanaksızdı, opera aryası gibi olurdu. Ancak neresi, nasıl atlanacaktı, hangi bölümü tekrarlanacaktı? Özgün Fransız şarkı sanatının önde gelen isimlerinden Leo Ferre, büyük şairlerden Aragon’ un şiirlerini besteleyip seslendirmişti.
Aragon’ a sormuşlar: “Ferre sizin şiirlerinizi değiştirerek besteliyor, kızıyor musunuz?” diye, o da ; “şarkı, şiirden de, müzikten de bağımsız özgür bir varlıktır, kendi hayatını özgürce yaşar. İsteyen şiiri okur, dileyen şarkıyı dinler, ya da söyler”. Ben bunu bir yerde okumuştum, hemen bu görüşü sahiplendim, benim Ferre’ den ne eksiğim vardı? Şiirdeki görselliği değişik ritimlerle, farklı bölümler şeklinde ele almak doğru olur diye düşündüm. Çakır keyif bir giriş için, serbest söylenen bir başlangıç gerekir. Sonra biraz coşmalı, derken hüzünlenmeli, aynen şarabın yürekte yarattığı dalgalanmalar gibi. Sonra yorgun ve küskün başlayan nakarat, bir isyana dönüşmeli. İşte bu kadar. Bunları çok genç yaşlarımda hissedecek yüreği, ailem aracılığıyla bana armağan eden Yaradan’ a hamdolsun. Şarkıdaki devingen ritim ve duygu fırtınasını, “sarhoş olmadan, eğilmeden”, ama insanca, ama sıcak, ama yalansız, ama popülizme düşmeden aktarmalı.
*Çoban Çeşmesi: Faruk Nafiz Çamlıbel/Timur Selçuk
Değişen zaman içinde değişen insanlar, değişen eski sevdalar, o sevdaları doğuran gönüller, bizi biz yapan, bizi insan yapan değerlerimiz. Asfalt ve beton arasına sıkışıp kalmış yürekleri uyarmak için seçilen tabiat ortamı, çeşme, su, hayat. Daha ne söylesin şair. Faruk Nafiz bey kibar bir insandı…
Do minör, duyarlı, kadife gibi bir tondur, bu tonu seçtim. Halk müziğimizi çağrıştıracak bir ezgi olsun istedim. Tekdüze gibi gözüksün ama derinliği olsun, düşündürsün, ama yormasın, hatırlatsın, ama sarsmasın.
Harp, klavsen ve flüt yaylıların önünde gelişiyor.
*Beyaz Güvercin: Ümit Yaşar Oğuzcan/Timur Selçuk
( Ozan Türker’ in anısına…)
Görselliği olan şiirler her zaman daha çok ilgimi çekti, çünkü onlar besteciye ip uçları sunarlar. Sol minör uygun bir ton. İnsan sesi içerisinde, aşağıya ve yukarıya doğru genişleme olanağı sunan bir ton. Piyanoda klasik repertuvarı çalışmış olmanın bir avantajı, seçeceğiniz tonların özündeki müzikal ruhu daha önce çalıştığınız eserlerden duymuş olmanız.Hammond orgun o dönem çok kullanılan rengini seçtim ve çok yakıştı. Bu şarkıyı uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım.
*Derbeder Ömür: Ömer Kerimol/Timur Selçuk
Çok güzel şiir yazan çok sevgili bir dostumun dizeleri üzerine bestelendi. Yaşlılığı çok önceden hissetmeye çalışan ince bir duyarlılık. Gençken emekliliğe hazırlanmak gibi. İkinci bölüm çaresizliğe isyan gibi, sanki
“dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç”. Re minör gerçekçi bir duyarlılıktır.
*Bu gün, Yarın, Daima: Ümit Yaşar Oğuzcan/Selim Selçuk-Timur Selçuk
Kardeşimin yazdığı bir ezgiden yola çıkıp yeni bir bölüm ekleyerek geliştirip oluşturduğum bir şarkı. Ümit Yaşar Oğuzcan üzerine söz yazmıştı. Büyük orkestraya yakışan bir örnek. Fransa’ da Fransızca seslendirmiştim, o şekliyle satışa çıkmıştı. Girişte marimba, kemanlarla söyleşir.
*Ayrılanlar İçin: Ümit Yaşar Oğuzcan/Timur Selçuk
1967 yılında Türkiye’ de tanınmamı sağlayan şarkı.1966 yılının sonbaharında İstanbul’ a konsere gelen bir pop gurubu, gece kısa süreli çalışmakta olduğum Batı kulübe geldi. Menajerleri beni dinledi ve kontrat teklif etti. Ben zaten Paris’te yaşıyordum, kabul ettim. Şarkılara Fransızca sözler yazıldı ve 67 yılı mayıs ayında Fransa’ da, haziranda Türkiye’ de satışa çıktı. Si bemol minör ilginç bir tondur, buğulu, efsunlu bir yanı vardır. Bu ayrılık şarkısındaki yorumumu severim. Dik duran bir duyarlılık söz konusudur. Acılı bir ayrılık vaveylası yoktur. “Sana da, kendime de bundan sonrası için mutluluklar diliyorum” diyen bir eda vardır yorumda.
*Böyledir Akşamları İstanbul’ un: Ümit Yaşar Oğuzcan/Timur Selçuk
( Serhan Şeşen’ in anısına…)
Ümit Yaşar Oğuzcan’ ın çok sevdiğim bir şiiri. Paris yalnızlığında oluşan duyguların sese bürünmüş hali. Bu defa si minör tonu seçilmiş, “farkında” bir duyarlılık. Girişteki kadın soloyu, bütün koristlere okutup kaydettim, sonra dinleyip, şarkının ruhuna en çok yakışanını seçtim. Kayıtların tümü Paris’te yapıldı. Sabah stüdyoya geldiğimde pikolo trompetçi aşağıda lavaboda temrin yapıyordu. Bu şarkıda da büyük orkestra var. Ben bu orkestrasyonu severim. O da beni sever babası olduğum için!…
*Kadın Kadın: Timur Selçuk
Bu şarkı Fransızca sözler üzerine bestelendiği için, Ümit Yaşar Oğuzcan söz yazacaktı. Ancak yetiştiremedi ve ben zoraki söz yazarı oldum. Allah’ tan akışa uyacak sözlerin seçiminden başka bir zorluğu yoktu. Nefesli sazların kıvrak bir kullanımı olsun istedim, çok güzel çaldılar. Elektro keman ve simbalum (santur) kullandım girişte.
*İnme: Faruk Nafiz Çamlıbel/Timur Selçuk
“Böyle bir Türk erkeği olamaz” dedirten bir şiir. Uygar davranışın şiire dönüşmüş şekli. Gene “sinematografik” bir şiir, bestelenmeye hazır bir şiir, şiir gibi şiir. Çok severek besteledim. Keskin bir duyarlılığı ifade edebilecek bir ton, do diyez minör. Tabii kendime çok büyük bir tuzak kurmuştum. Şarkının ikinci, yani yükselen bölümü, tam olarak tenorların geçiş bölgesindeydi, do diyez-fa diyez arasındaki dörtlü, sürekli olarak orada dolaşıyordunuz. Sonraları daha rahatlıkla dolaştığım bu bölge, o zamanlar benim için mayınlı alandı. Bu şarkıda hem solo, hem de dört ses vokal yapan hanımları hayranlıkla yönettiğimi hatırlıyorum. Bütün orkestra aynı anda çalmıştı. Saz gurupları büyük cam panolarla ayrılmıştı. Zaten önceden orkestra kadrosunu bildiriyorduk, salon ona göre hazırlanıyordu. Hey gidi günler hey!…
*Bizim Şarkımız: Ümit Yaşar Oğuzcan/Timur Selçuk
Bu şarkı da Fransızca sözler üzerine bestelendi. Türkçeleri sonra yazıldı. Neşeli, kıvrak bir parça. Vurma ve nefesli sazlarda Latin lezzetler oluşturmaya çalıştım.
*Sen Nerdesin? Faruk Nafiz Çamlıbel/Timur Selçuk
Bu şiirdeki ruh halini anlatmak kolay değil. Yalnızlık, sevda, sabır, ancak karamsarlık yok. Cumhuriyetin ilk dönem insanlarında karamsarlık, umutsuzluk yok. Atatürk onların ruhuna farklı bir ateş yüklemiş sanki, sanatçısına, öğretmenine, gencine yaşlısına, kadınına erkeğine. Bu şiirdeki yoğun yalnızlık, o bile coşkulu. Çünkü umutsuz değil.
* Yine bir gül yüzlü: Timur Selçuk/Dede efendi
Münir babanın bana ilk öğrettiği eser: Dede efendi rast şarkı. Batı ses sistemine en yakın makamlardan bir tanesi, üslubu da öyle. Sözlerinde küçük değişiklikler yaptım ve çok sesli olsun istedim. İstanbul Oda Orkestrasının öncü çalışmalarından.
Paris’teki ses kayıtlarında, “Beyaz Güvercin” ve “İspanyol Meyhanesinde”, Ecole Normale’ deki arkadaşlarım eşlik ettiler. Diğer kayıtlarda, Paris opera sanatçılarından oluşan bir orkestra çaldı klasik sazları.
Bildiğim kadarıyla ilk kez, Türk pop müziğinde, yurt dışında büyük orkestrayla kayıtlar yapılıyordu. Bir Türk gencine ilk yaklaşımları olumsuzdu, “Müslüman bir doğulu iyi bir şey yapamaz”. Ancak çalışma sonrası tutumları tam tersiydi. Ben bütün bunları Paris’te ses eğitimi almış olan babamdan bildiğim için hiç yadırgamadım. Benim için, alınan müzikal sonuç, yani, önce küçümsemiş olanlarda, daha sonra yarattığı takdir ve şaşkınlıktı önemli olan. Aynen “Kurtuluş Savaşında” olduğu gibi.
Kısacası, donanımlı olup dik durarak ve asla taviz vermeden ve batı kuyrukçuluğu yapmadan başladı maceram Paris’te. Dede, Itrî, Karacaoğlan, Pir Sultan’ la beslenmiş olan bir yürek, doğru bir müzik eğitimi almışsa eğer, asla başını eğmez, bu mümkün değildir, hele Münir’ in oğluysa.
Ey çok sesli müzik okulları, öğrencilerinize Türk Musıkîsini ve Halk Müziğimizi, batı müziği ile birlikte öğretin. Çocuklarınızı “Ana Sütüyle” besleyin ki sağlıklı olsunlar. Yalnızca “yabancı sütnineyle” beslenen müzik sanatçısının, kendi halkına söyleyecek bir çift “hayırlı gönül sözü” olamaz.
Hala ümitliyim… inanılacak gibi değil…..