Bugün Otuz Ağustos
Hastalığınızın son günlerinde koltuk kavgasına başladılar. Ölümünüzde yanınızda kaç kişi vardı? Siz sirozdan değil yalnızlıktan öldünüz. Güneş battı. Işık sönünce sizinle aydınlananlar birden kararıverdiler. Gerçeği kavrayacak çapta olanlar, anılarına çekildiler. Diğerleri, ihtiraslarına yeni yelkenler takıp kirli denizlere açıldılar.
Bilemedik… üzgünüm.
Kurtuluş savaşımızı sanki başka bir ulus yaptı. 1947 den başlayarak, okyanus ötesi bir buyurganın kapı kulu olduk. Kurtuluşu gerçekleştirmeyi başarmış bir ulusa güvenmeyenler böyle uygun gördüler. “Bu halk aydınlanmayı ve kalkınmayı ve çağdaşlaşmayı başaramaz” dediler. Çünkü, böyle düşünenler, güneşten aldıkları ışıkla mehtaptılar, sonra karardılar.
Düşünemedik… üzgünüm.
Batı klasiklerini tercüme ettik, bizi biz yapanları unuttuk. Türk, Anadolu, İslam bizi ilgilendirmedi. Osmanlının reddini marifet saydık, biz Türk değil Avrupalıydık, Anadolu medeniyetleri ilkelliğine!!! sırt çevirip Yunan medeniyetlerine yaslandık, çünkü biz Batılıydık. Din ile ilgilenmek yobazlıktı, Kur’andaki İslam’ı bir kenara attık. Bütün bunları sizin adınıza yaptık, Allah’ın adını anmaya utandık, biz laiklikten yanaydık, cumhuriyetçiyiz dedik, meydanı gericilere bıraktık.
Başaramadık… üzgünüm.
Geleneksel müziklerimizi, “tek seslidir” dedik, küçümsedik. Tek sesteki cevheri anlamayan, “bir çok sesi” nasıl hissedebilir düşünemedik. “Batının geliştirdiği çok seslilik yöntemlerini, ince duygu ve düşüncelerimizle bütünleştirelim” atılımınızın ürünü olan konservatuvarlarımızda milli müziklerimizi gençlerimize öğretemedik. Bunu ilericilik zannettik, sizden sonra besteci yetiştiremedik. Sabaha Bach, öğlene Beethoven, ikindiye Brahms, akşama Motzart, yatsıya Chopin dedik. Itri, Dede, Karacaoğlan, Pir Sultan, bizden değildi zaten.
Beceremedik… utanıyorum.
“Ne kadar cahil kalırlarsa o kadar kolay kandırabiliriz, yönetebiliriz” dediler. Özü saf, temiz, ama halsiz, isteksiz, neşesiz, bilgisiz, yoksul, cesaretsiz bir toplum düşlediler. Güneydoğuda yurttaşlarımızı aşiretlere terk ettiler, “istediğiniz kaçakçılığı yapın, yeter ki köylüleriniz bize oy versin dediler; çağdışı, ilkel bir feodal düzeni desteklediler. Özü insan olan, ahlak olan güzellikleri, paylaşma ve iman gerçeğini, tekkelere, zaviyelere, cemaatlere, tarikatlara bıraktılar, Kur’an ahlakını,Türk halkını besleyecek bir nehir olmaktan çıkardılar. İlahî Mustafa’ nın nurunun, eşsiz adaşının eserini geliştirmesine izin vermemek için her yola baş vurdular. Çağdışı bir eğitim modeli geliştirdiler. Yüksek öğrenimi yabancı dille yapılır hale getirdiler. Güneydoğuda yüz binlerce yurttaşımız Türkçe bilmezken, meslek eğitimini İngilizceleştirdiler.
Direnmeyi bilemedik… üzgünüm.
Büyük şehirlerde kadın tensel bir malzeme haline dönüştürüldü; eline, çağdaş bir kelepçe olan “kredi kartı” verilerek tüketim aracı olarak kullanılıyor. Yaradan’ ın en eşsiz eseri olan kadın, özünden koparılıyor, tüm manevi değerleri boşaltılarak, yeni bir toplum modeli oluşturuluyor. Ana dil, ana vatan sıradanlaşıyor. Ana kavramı yalnızca doğurganlığa indirgeniyor, “baba” yalnızca bir araç oluyor. Çocuklar aile büyüklerine, kreşe ya da yuvaya terk ediliyorlar. Servis araçlarında geçen bir çocukluk ve gençlik, uyuşturucu, pornografi, alkol, tütün gibi kötü alışkanlıkları besliyor. Yaz tatillerinde bile çocuklar sabahın köründe servis arabalarıyla spor okullarına yönlendiriliyor. Çoğu kez kışın da, yazın da, boş bir eve, anahtarlarıyla kapıyı açıp giriyorlar. Evlatlarının kokusunu unutmuş ebeveynler çocuk yetiştiriyorlar. “İlk okula gidene kadar evladımı ben yetiştireceğim” diyen annenin ellerinden öperim.
Çözüm üretemedik… çok yazık.
“Ordu siyasete karışmasın” dediniz, ancak ülkesine sahip çıkacak çağdaş yurttaşı bizler yetiştiremedik. Ordu ulusuna sahip çıkma noktasına geldiğinde “darbeler” yaptık, ama sizin düşlediğiniz toplumu yaratamadık, vatanı kurtarma adına yaptığımız işkencelerle baş başa kaldık. Ordumuz “halk ordusudur”, dar gelirli ailelerin evlatlarını yönlendirdiği saygın bir kurumdur dedik. Maddi ve manevi değerlerini yitirmeye başlamış bir toplumun içinden çıkacak halk ordusunun, ileriki yıllarda nasıl temiz kalabileceğini hiç düşünemedik.
Aklımızı erteledik… şaşkınım.
Otuz beş adet dolar milyarderi yetiştirdik.Bunlardan beş tanesi dünyanın en zengin yüz ailesinin arasına girdi. Ve on iki milyon insanımız açlık ve yoksulluk sınırına kilitlendi. Gerçek bu ise şayet, cumhuriyetimizin bu başarısıyla! övünebiliriz, cumhuriyet bunlara yaradı diyebiliriz.
Emeklerimizi yedirdik… kızgınım.
Köprüyüz dedik, yetmedi ilave ettik; “bir mozaik gibiyiz”. Köprü geçmek, vatan yerleşmek içindir. Köprüye üniversite, hastane, fabrika yapıldığını duydunuz mu hiç? Bütünlüğünü koruyamamış, küçük parçalara ayrılmış taşlar, yeni bir amaç doğrultusunda bir araya getirilerek düzenlendiğinde bunun adına mozaik denir. Bunun için yapay bir taban oluşturulur ve bunun üzerine bu bölünmüş, parçalanmış taşlar gömülür, yapıştırılır, oturtulur. Düzenleyenin amacı doğrultusunda yeni bir yapay bütün oluşturulur. Hiçbir köprü, hiçbir mozaik bizim kurtuluş savaşımızı gerçekleştirebilecek güçte değildir.
Sözcükleri, kavramları tükettik… değer bilemedik.
“Avrupalıyız, Avrupa Birliğidir yerimiz, biz oraya girmeliyiz”. Türkiye Cumhuriyeti bir GÜNEŞ’ tir, bir konfederasyon bayrağında sıradan bir yıldız olamaz. Tüm yakın ve uzak komşularıyla, ve dört yönde, karşılıklı fayda ve saygı ekseninde, bütün dünya ülkeleriyle her alanda ilişki içerisinde olmalıdır. Eksiklerimizi, daha az eksiği olan ülkeleri örnek alıp, kendi gerçeklerimizle harmanlayarak, ihtiyacımız olan yasa ve düzenlemeleri oluşturabiliriz.
Bu konuda ısrar ancak, otuz beş dolar milyarderine ve onların, medya, bürokrasi ve siyasetteki yandaşlarına yarar. SİYASET, MEDYA, BÜROKRASİ ve SERMAYE, “mahşerin dört atlısıdırlar; bunlar uluslar üstü “Güç ve Para” tarikatına üye olmak için çabalarlar. Dört atlının yurtsever ve ahlaklı olanları, “aydınlanma, kalkınma ve bağımsızlığın küheylanlarıdırlar”.
Kişiliğimizi kaybettik… üzgünüm.
Düşündüm de, iyi ki varsınız. Ya siz de olmasaydınız ben ne yapardım, bu satırları kimlere yazardım?
Sonsuz şükran ve hürmetlerimle, mübarek ellerinizden öperim. Allah’ a emanet olunuz efendim.
Bugün otuz ağustos… çok üzgünüm.